Pandemi, savaş vb. gibi zorlu koşulların insanlığı bir araya getirebilecek; “birlik bilincinin artması” gibi olumlu sonuçları sağladığı düşünülebilir.
]]>Pandemi, savaş vb. gibi zorlu koşulların insanlığı bir araya getirebilecek; “birlik bilincinin artması” gibi olumlu sonuçları sağladığı düşünülebilir.
Bazıları; “büyük dünya savaşlarında veya sonunda insanlığın birbirine daha çok kenetlendiği ve savaş sürecinde yaşananların aksine sonrasında insanların iyi yönlerinin ortaya çıktığı” fikrindedir. Bu muhtemelen doğrudur ama şunu sormalıyız:
Birbirimize sadece dünya savaşları, pandemiler ve iklim krizlerinin bizi yok etme riskinin ayyuka çıktığı evreler için mi kenetleneceğiz?
Bu dönemlerde; “farkındalığımızın” tokat ardına tokat yememiz sureti ile artması sonucunda farkındalık performansımız artmış mı oluyor ve bu sürekli mi?
Süreklilik sağlanıyormuş gibi görünmüyor, dahası, bu dönüşümün gerçek bir farkındalık olduğuna bile emin değilim. Her ne kadar bazen sopayı elinde tutmanın (eril yanılsama:)) eğlencesini yadsınamasa da ve sürekli sopa gösterilmekte (eril bir rüyadaki dişil yanılsama:)) rahatlık bulanlar çoğunlukta olsa da bu insanlık için sadece başlangıç düzeyi bir performans değil mi?
Şöyle olabilir mi:
Birbirimize yaratıcı işler için, aslında çoktan çıkmış olması gereken doğa dostu kararlar için, teknolojinin insanlık yararına kullanılabilmesi için, yani bir çarşının tepesine bomba indirmekten (her birimiz bu oyunun parçasıyız) başka şeyler için kenetlenemez miyiz?
Paradigmalarımızın resetlenmesi için mutlaka bir devrim mi beklemeliyiz?
Mutlaka sonradan ikonlaştırıp kullanma tarihini olacağından daha kısalttığımız “yüzyılda bir gelen” liderler mi gelmeli?
Canımız artık bu senaryodan çok sıkılmadı mı?
“Düzen buysa, elimde sopayı tutarım arkadaş” mı diyeceğiz ya da “İnsanlık bunları yapamıyorsa beş para etmezmişiz be yazıklar olsun” sinik cevabını mı vereceğiz?
Hayal edebiliyorsak, diğer bütün (evet yaşanmamış her şey) olasılıklar gibi bunun da yaşanacağı malum. Ne zaman olacağının cevabı ise sadece sabırlı olanlar ve reenkarnasyona inananların kulaklarına hitap ediyor. Diğerleri o zamana kadar karanlık edebiyatlarına geri dönebilirler:)))
—
Bir zamanları hatırlıyorum, bisiklet sürüyorum, rüzgar saçlarımı yalıyor, hafif ve sebepsiz bir gülümsemeyle, salınır gibi etrafta dolaşıp, “ee ne var işte, sonuçta hepimiz ölümlüyüz, bu çok çocukça hırslarla hayatı yemeye bir molaaa” diyorum. Şimdilerde, gerçeklik denen şey her ne ise ondan nasibini aldığı belirsiz olan, 'kendine güvenim' yok. Bu beni rahatsız ediyor. O iddiasızlığı, bilgisizliği ve tatlı kabul edişi çok özlüyorum. O, hiç oldu mu? O, benim bu hayatımda mı yaşandı - ondan da artık emin olamamaya başladım.
Reenkarnasyon var mı bilemiyorum, zaten varsa vardır, yoksa yok, yaşım yaş alıyor, pandemi şimdi bir yıldan fazla sürdü ve bu uzay gemisinden dışarı bir üflemek istedim...
]]>
Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Ne kadar öz anlatıyor bu aslında ama devam edelim...
]]>Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Ne kadar öz anlatıyor bu aslında ama devam edelim...
Ne üretiyoruz? Bununla alakalı olan bir şey var paylaşmam gereken. Yani firma olarak değil bu söylediğim, yoksa ortağım olmayan bu işi zorla kurumsal görüntüye dayamam geçmişte kaldı. “Ben ne üretiyorum” tabii demek istediğim ama hepimizin sorması gereken de bir soru bu. O yüzden “Ne üretiyoruz acaba?” Kendi adıma bir bütün olarak üretim halindeyim, hissettiğim bu. Hissedilemese de bu zaten öyle de bence. Üretiyoruz ve bu bizi ifade ediyor. “İş” dediğimiz şeyler, bakkalla sohbetim, kendi kendime düşünmelerim ve paylaştıklarım, sadece sözel değil, ifadelerimle, üretimimle paylaştıklarım. Umarım ürettiğim her şeyi paylaşma noktasındayımdır ve değilsem en güzel ifadelere en fazla bir durak kalmıştır.
“Kahve” üretiyorum (“kahve aromalı da”, “kahveli” de değil). Peki “çay” üretseydim farklı mıydı? Peki ya bütün dünyaya kürdan satsaydım? Hiç bir fark yok, iddialı tespit ama yok gerçekten. Kahve bir medyan ve bir süredir oldukça işime yarıyor, uzun süre daha da öyle olacak gibi (kim bilebilirki bunu). Neyin ifadesi dersek şarkıyı analiz edip için boşaltır mıyız? Hem de ziyadesiyle, ama olsun bu 'medyan'ın benim için önemi neyse ne, içini boşaltabileceğimi de, kimsenin şarkıyı dinlemeyi bırakacağını da sanmıyorum, o hep olduğu gibi güzel kalacak…
Kahve işiyle benimki bir aşk hikayesi değil, ilk başlardan beri farkındayım bunun, bu bir ortaklık hikayesi. Yani aynı taraftayız ve bir nevi gizli ortağım duygusu veriyor bana kahve. Ben ona hak ettiği yeri veriyorum, gerektiğince öne çıkarıyorum o da beni görüyor. Arada gereksiz diyalog yok - tam da iyi bir ortaklıkta olması gerektiği gibi... Arkadaşız da derdim ama kahveyle geyik yapma yaşımı geçtim sanırım bu biraz sıkıyor beni. Aramızda saygı var o kesin, ben onu yedirtmem o da beni. Demleyemediğiniz kahveleri sizin kusurunuzu saklamak için yanık mı kavuralım hem daha dayansın, müşterilerinize de kendinize güvenmediğiniz gibi güvenmemenize alet olalım? He pardon italyan usülü “koyu” değil mi, tabii… “Bu yeşil tedarikçisi deyip durduğunuz da nedir, ne önemi var bu kadar canım?” Böyle gider ama yok yedirtmem dedim ya, cevap çok hızlı ve düşünmeden, içten gelir: Biz burda kahve işi yapıyoruz, tabii ki bunun nereden gelip, nasıl korunduğu, nasıl kavrulduğu bunlar önemli. Olması gereken bir kavurma şekli var (bazılarımız omni roasting de der ama ben bunu kişisel tercihleri de içeren omni olarak tanımlıyorum) onun dışına çıkamayız çünkü belli ki deneysellik değil aradığınız (öyle olsa bile bizim hizmetimiz içeriğinde bu olmayabilir), siz kahveyi ikinci plana atan ve işletmeniz için adeta ona bir toz içeceği muamelesi yapan bir zihniyetsiniz. Zaten biz görüşmeyelim mümkünse en iyisi siz ordan burdan gördüğünüz paketleri almaya devam edin, bu bizim de olabilir internet sitemizi kimseye kapayacak değiliz, ama bir “arkadaşlık” duygusu yaşayamayacağız o belli. Yani evet arkadaşlar da var bu sistemde, yani beni daha iyi tanıyan arkadaşlarımdan farklı ama bu dediklerim de arkadaş çünkü ifademi kayda değer buluyorlar, benden illa kahve almıyor hepsi ayrıca, öyle bir şey değil bu… Zaten “kahve” konusunu senden daha iyi bileceklerini de iddia etme düşüncesinde değiller, niyetleri arkadaş olmak, sadece iyi bir kahve almak için şöyle bir süzüp tamam artık buradan alacağım diyenler gibi, illa uzun sohbet değil yakaladığın bir bakış gibi ve sonra artık aynı gemideyiz duygusu ve tabii ki açık bir diyalog, her arkadaşlıkta olması gerektiği gibi…
Daha sonrası nispeten oldukça kolay, bu bir manifesto çünkü, herkesin bir tane var benim 2013 Ağustosu’nda bu hislerle yazılmış manifestom şuydu:
“Biz CoffeeNutz olarak, Açık Kaynak Ekoloji (Open Source Ecology) prensibine olabildiğince yakın çalışıyor, bu yaklaşımı savunuyor ve ilgili her türlü girişimi destekliyoruz. CoffeeNutz, etrafındaki marka, patent ve bunun gibi korunmaya yönelik tedbirin sadece ticari suistimali engelleme amacı ile alındığını ve CoffeeNutz olarak elde ettiğimiz tüm bilgi birikimi, uzmanlık, ticari sır, püf noktası vb. olarak addedilen bilgileri "lokalize" olmayı hedefleyen tüm bireysel üreticiler için elimizden geldiğince ifşa edeceğimizi ve paylaşmak konusunda gönüllülüğümüzü buradan duyuruyoruz.”
ve bu manifesto hiç güncelleme görmedi…
“Ne zaman ikinci dükkanı açacaksın?”, “Şu alanda yaptığın yatırımlara gerek yoktu şunu yapsaydın ya”, “Daha çok duyurmalısın kendini daha çok”
Bu türden yorumların hiç biri yeni değil...
“Ne zaman ikinci dükkanı açacaksın?”, “Şu alanda yaptığın yatırımlara gerek yoktu şunu yapsaydın ya”, “Daha çok duyurmalısın kendini daha çok”
Bu türden yorumların hiç biri yeni değil, hatta artık sadece bir tür mırlama gibi tınlıyor kulağıma ve maalesef ilk günden beri değişmeyen o paslı duyguyu yine yaratıyor.
Bunun sebebi aslında pek de anlaşılamıyor olduğumu hissetmek. E ben de çok durmuyorum o sohbette / mekanda / kişide... Yakınlığıma göre değişiyor diyelim.
Bir Papalagi* olarak kendi işimi kurmaya karar verdiğim an kendimi kral gibi hissetmeye başladım aslında. Tabii bir Papalagi Kral! Papalagi nedir derseniz, sizin gibi, benim gibi bir şey işte, çok da birbirinden farklı sayılmaz yani. Aslında öyle tabii de farkında değil diyelim. Kendini geliştirince farkına varacak sanıyor ama hep hedefe ulaşmakla güdümlendiği için bunun da bir oyun olduğunun farkına varamıyor filan, öyle işte... Bunu başka yazıya bırakayım en iyisi, ya da en iyisi bahsi geçen kitabı satın alalım, bunu da okuyalım, belki bu sefer ha;)
Krallık duygusuna gelince, öyle sürekli buyuran, oturduğu yerden ahkam kesen değil de Conan gibi kendi krallığını sonsuz serüvenden sonra ele geçirmiş yani haketmiş bir kral. Bu hal her ne kadar köle vs. efendi ahlağında daha çok birinciye göz kırpıyorsa da ben pek dokunmadım bu duyguma. Eh ne de olsa başını kaldırıp “Bir dakika benim de diyeceğim vardı ama” diye ortalıkta dolaşan bir durumda idim yeterli uzun süre. Çocuk biraz iyi hissetsin, varsın kralım desin dedim de içten içe hala aynı oyunun farklı bir oyuncusu olmanın tarif edilmez ağırlığı hep bir yan baktı tabii.
Yok öyle dünyayı değiştirmeli bir yazı değil bu, biraz kendini değiştirmeli, evet evet kendini değiştirmeli...
Başa dönersek yani benim bu yeni işime karar verdiğim ana; gayet basit, insani sebeplerle; sevdiği işlerle meşgul olma ile ilgiliydi. Zaten diğer yol o kadar sıkıcıydı ki ömrümün diğer yarısını da böyle geçirsem iyi olacak dedim daldım kravatla tükanın önünü süpürmeye. Kahve kavurduk, değişik şeyler yaptık tabii ama sonra baktım burlağ da hep aynııı. Varsa yoksa güç, para, ünvan, ha bir de herkes birbiri hakkında konuşuyormuş şöyle diyormuş böyle diyormuş filan yani her türlü plaza eğlencesi bir bir serildi önüme. Eyvah her şey aynı diye panikledim denemez çünkü daha önce de başımı çeviriyordum, şimdi de öyle yapıyorum. Peki bu yazı nereden çıktı? Madem her şeyden memnunum boş yere neyin tarifini yapıyorum, yeni olan bir şey yoksa ne için durduk yere yani? Bu; muhtemelen kendimi ifade edeceğim alanların darlaştırılmasına bir tepki. Önceden ben bir proje yöneticisi, bilişim denetçisi, ya da hepitopu bir beyaz yakalı iken şimdi; bir firma sahibi, bir kavurucu, kafe işletmecisi, perakende satıcısı, eğitmen, girişimciyim. Evet yenisi sanki daha zengin görünüyor ama öyle mi gerçekten? Bunlar beni tanımlayan, tamamlayan şeyler mi? Bir de bunun yanında hobilerim yer alıyor ve bundan ibaret olduğum mu buyuruluyor diktacılar tarafından yoksa? Seni nasıl çağırdıkları önemlidir ve bazen seni çağıracak kelimeleri bulamamaları daha da iyi olabilir. Yani öyle kafası karışmalı ki statükonun, tam seni çağıracakken kekelemeli, dediğinden memnun olmayıp bir daha düşünmeli ve belki de en iyisi “işe yaramazın teki” demelidir. Sıkıştığı yerde “kural belirleyici sınırlar ötesi inanılmaz deha” demesiyle aşağı yukarı aynı şeydir bu. Birincisi daha özgür bırakır seni, ikincisiyse aslında oyuna dahil olduğun için seni kucağına alıp sevmeye başlamıştır bile...
Hepimizin üzerindeki baskı biraz da böyle okunabilir diye düşündüm, keşke çok da düşünmesem ama bu bir Papalagi hastalığı - bilenler bilir. Bu baskı senin adını onların koymasından kaynaklanır. Kabul törenleri mide bulandırıcı ama ikna edici ve uzundur. Yapılacak şey basit görünür önce, “adımı ben koyarım, olur biter” dersin, ama zorbalaşmaya kadar gidecekleri ilk günden belli olunca ve görünürde angaje olacak başka kabile yokken, dur bakalım biraz idare edelim durumu diye başlangıcı yaparsın. Sonra o uzun ve bitmek bilmeyen kabul törenin başlar. Karşı koymaya kalkışırsan bataklık seni dibe çeker, bunun yerine farkına varmaya başlamanın en iyisi olduğu kesindir, ancak öyle sis dağılır ve güzel bahçeler gösterir kendini çünkü. Ancak o zaman önüne bakar, güzel günün tadını çıkarır, insan olduğunla övünür, sevinç dolarsın.
Şimdi neler yapıyorum; sevdiklerimle vaktimi geçiriyor, içmekten en çok keyif alacağım kahve için tadım yapıyor, ona göre kavuruyorum. Öğrendiklerimi daha fazla ve daha geniş alanda paylaşmaya çalışıyorum. Benim aldığım keyfin iletilmesi için oldukça uğraşıyorum denebilir ama gitarımla da daha fazla ilgileniyorum, yine besteler yapmaya başladım ve iyi beslenme ile tat alma ilişkisinin çok temel bir yol gösterici olduğuna hiç şüphem yok. Gıda sadece kendi içinde (ör. vişne suyu asiditeli ve çikolata notalı kahve) benzerlik göstermekle kalmıyor, renk ve sesleri de anımsatıyor. Örneğin kahve tadım notalarını bordo ve cazımsı diye paylaşasım geliyor hatta bazen ileri gidip kuru bir peavey gain alınıyor bile diyesim geliyor. Fazla öznel kalacağı için o bende saklı kalıyor tabii ama günümü renklendiriyor bu detaylar. Kendin-yap (DIY) eğlencesi tacir üretimine doğru evrildikçe mutlaka denge şaşması riski var ama önlenemez değil. Paniklemeden, sevgi ile ve kendi-için paylaşmaya yönelik her şey kurtarıcı. Meraklı bir Papalagi olmayı da sahiplenerek ve sorumluluğunu da üstlenerek yaşamak çok da keyifsiz değil. Kendi adını sen koyabiliyorsan tabii…
* Papalagi: Erich Scheuermann’ın “Göğü delen adam” adlı kitabında geçen Samoa’lıların beyaz adamlara verdiği isim.
2 Sene önce yaklaşık bu zamanlarda kahveyi fıçıya sokup köpüklü ve tatta zenginleşmiş bir ürün elde etmiştik...
2 Sene önce yaklaşık bu zamanlarda kahveyi fıçıya sokup köpüklü ve tatta zenginleşmiş bir ürün elde etmiştik...
İki yılda sayılamayacak kadar gelişme yaşandı ve dünyada henüz tam olarak algılanamamış bir üründe beyin egzersizi yapmak başlı başına bir heyecan oldu bizim için. Nitro Brew® şu anda oldukça önemli bir aşamadan geçiyor. Ürünün daha kompakt bir şekilde sunumu için uzun çalışmalarımız yavaş yavaş kendini göstermeye başladı. Hatta satış modelini değiştirip ürünü 2 çeşit ‘abonelik’ şeklinde daha erişilebilir bir hale getirdik.
www.coffeenutz.net üzerinden buna ulaşılabilir...
Şu anda herhangi bir ölçekte kafe veya şirketinde hatta evinde ‘Nitro Brew’ keyfini yaşamak isteyenler için bile çözümlerimiz var. Ürün artık daha erişilebilir ve hala çok heyecanlıyız.
Barista eğitimimizde tanıştığımız Turhan hayata geçirdiği ve özgün tasarımı kendisine ait The Coffee Cab ile bir minivanı içindeki kahve ekipmanı tamamen elektriksiz çalışabilecek gibi yeniden oluşturmuş...
The Coffee Cab: Mobile Coffee Shop & Station
Barista eğitimimizde tanıştığımız Turhan hayata geçirdiği ve özgün tasarımı kendisine ait The Coffee Cab ile bir minivanı içindeki kahve ekipmanı tamamen elektriksiz çalışabilecek gibi yeniden oluşturmuş. Aslında araç bir tank gibi; içinde yoğun akü istifi var ve kahve servisi az yer kaplayan aracın dışında yapılması için tasarlanmış.
The Coffee Cab konseptinin başka bir özelliği de sabit bir mekanı veya “İstasyonu” olması. Turhan etkinlik ve festivaller dışındaki zamanlar için başka bir fikri hayata geçirdi ve Kadıköy’de tuttuğu bir mekanın içini boş olarak yeniledikten sonra sadece bir kaç masa yerleştirerek ve aracı içeriye park ederek, aynı zamanda bir kafe sahibi olmuş oldu:)
Bu konsept bildiğimiz kadarıyla dünyada bir ilk ve bu modüler yapının bir çok yeni girişim fikrine esin kaynağı olabileceğini tahmin ediyoruz... Şahsen bizim çok hoşumuza gitti...
Adres (The Coffee Cab Station): MERDİVENKÖY MAH. ORTABAHAR SOK. NO:4/4 KADIKÖY/İSTANBUL
Erken bir ürün değerlendirmesi olacak biliyoruz ama bir süredir gözlemlediğimiz bir buluşu artık gündeme taşıyalım dedik...
Erken bir ürün değerlendirmesi olacak biliyoruz ama bir süredir gözlemlediğimiz bir buluşu artık gündeme taşıyalım dedik.
Henüz deneme yapmadık ve kesin kanaatleri bundan sonrasına saklıyoruz fakat çalışma prensibi üzerinden değerlendiriyoruz buyrun...
Bazen sütün buhar çubuğu yerine french press ya da nespresso-aeroccino ile de köpürtülebileceğini söyleriz.
Bunu sadece espresso cihazlarında bulunan frother sisteminin eve kurulumu çok maliyetli olduğu için önersek de yine de siz espresso türevlerini kafenizde tercih edin diye ekleriz.
İşte bira ‘keg’ sistemlerine alternatif ABD menşeili “NitroBrew” bizce böyle bir buluş.
Kolay bir şekilde ‘keg’ sistemi ihtiyacı olmadan bira ya da her ne sıvı ile denerseniz bunu azot ile karıştırıp köpüklü bir içecek haline getiriyor... Aslında bir tür ‘karıştırıcı’ kendisi.
Diğer taraftan keg sistemleri; fıçının temizlenmesi, doldurulması, basınçlanması, doğru basınçta tutulması, yer problemleri, kalite sağlama problemleri, sistemin temizliği, çok yer kaplaması gibi beraberinde sorunlar getiriyor...
Keg sisteminde Nitro Brew® evet en az espresso kadar zor bir iş...
Ama gerçek espresso nasıl gerçek cihazlara ihtiyaç duyuyorsa bu da ‘en azından şimdilik’ böyle sistemlere ihtiyaç duyuyor.
Bu yöntem belli ki yapan kişi için ‘Starbucks’ tarzı bir pratiklik avantajı barındırıyor (yakında görürseniz şaşırmayın) fakat ticari tarafı bir kenara bırakınca tecrübeyi tam olarak yaşatmıyor kanaatindeyiz...
Musluktan akan kahveyi biz çok seviyoruz, baştan çıkarıcı ritüelinin yeri doldurulamıyor ve tadını tarif etmek zaten mümkün değil...
Yine de bu nitroyu denemek için sabırsızlanıyoruz:)
Ürünün cnet incelemesine buradan ulaşabilirsiniz: http://www.cnet.com/products/nitrobrew/
Prodigy Coffee House ve sivil toplum kuruluşu Prodigy Ventures, 16-24 yaş arasında ve eğitim sistemine dahil olamamış gençleri kendi bünyelerine alıp eğitim ve tecrübe ile baristalar haline getiriyor...
Prodigy Coffee House ve sivil toplum kuruluşu Prodigy Ventures, 16-24 yaş arasında ve eğitim sistemine dahil olamamış gençleri kendi bünyelerine alıp eğitim ve tecrübe ile baristalar haline getiriyor.
Öyle ki kahve dükkanı deyince 7-11 anlayan gençler, 1 ay sonra 28 saniyede 17.5 gram shot aldım muhabbeti eder hale geliyorlarmış... Bu çok güzel niyetli bir oluşum ve Türkiye’de de bir örneği var (sıradaki yazılardan biri mi acaba?) ama aslında bu oluşum şuna da işaret etmiş oluyor; kahve gibi ‘zanaat’ler tam şu anda (ve hala) elimizde iken bunu değerlendirmenin daha güzel yollarını bulabiliriz...
Şunu demek istedik: Zanaat sahibi kişiler, aslında bu dünya için gerçek faydayı üretenler. Bunun ölçütü kolay: Yaptığınız işten (ondan elde ettiğinizden değil) aldığınız tatmini tartın, eğer sizi havalandıracak gibiyse evet doğru yerdesiniz...
Ve en güzeli zanaatkarlar ürettiği ile gurur duyabilir, yeni zanaatkarlar yetiştirebilir yani mutluluklarını katbekat artırabilirler... Peki bunu kübiğindeki kaç kişi söyleyebilir:)))
Prodigy Coffee House sadece bir ‘hayır’ işi yapmıyor, geleneksel eğitim sisteminin dışında kalanları alıp önce iyi bir barista haline getiriyor, kahvenin büyülü atmosferi ile yetişen kahvecileri çalıştıkları partner kafelerine paslıyor...
Yani mutluluğu artırıyor...
Örneklerine az da olsa Türkiye’de de rastladığımız, sevdiğimiz bir konsept; Ülke / Bölge içindeki farklı kavuruculardan kahveleri kendi dükkanında sunan noktalar...
Örneklerine az da olsa Türkiye’de de rastladığımız, sevdiğimiz bir konsept; Ülke / Bölge içindeki farklı kavuruculardan kahveleri kendi dükkanında sunan noktalar...
Amsterdam’daki “Scandinavian Coffee Embassy” bunu şık bir şekilde yapıyor. Size, seçtiğiniz yemeğe eşlik edecek kahveyi kendisi öneriyor. Ayrıca seçtiği kahvelerde içilebilecek en açık profillere ağırlık veriyor yani ilk çıtlamayı sadece “görmüş” kahveler ve elbette bunun başarılı örneklerinin içimi hafif ama dengeli ve tatsal özellikleri ile kendini belli eden ‘İskandinav’ profilleri olduğunu belirtmek lazım.
Türkiye’de bu çeşit “elçiliklerin” daha fazla görülmesi ümidiyle The Coffee Compass incelemesini paylaşıyoruz.
Ozo Coffee ile Karaköy’deki mekanından beri tanışıyoruz ve DIY (do-it-yourself) kültürünün bizce önemli Türkiye temsilcilerinden mekan sahibi Önder ilk tanışmamızdan beri bizi etkiliyor...
Ozo Coffee ile Karaköy’deki mekanından beri tanışıyoruz ve DIY (do-it-yourself) kültürünün bizce önemli Türkiye temsilcilerinden mekan sahibi Önder ilk tanışmamızdan beri bizi etkiliyor.
Mekandaki bir çok objenin bizzat tasarımcısı/marangozu/mühendisliğini Önder yapmış, Karaköy’den Kadıköy’e taşıdığı mekanında da tüm konsepti kendi tasarlamış ve bizzat icra etmişti. Bu bizce yeterince iddialıydı ama daha orijinal ne yaparım diye sormak doğasında olduğu için onu geçtiğimiz seneden beri yollarda - bu portakal rengi vosvos kahve arabasıyla - görüyoruz.
Aracın içi ergonomi ve özgünlükte çok başarılı, dışarıdan küçük görünüyor ama içeride müşteri bile ağırlanabilir... Espresso cihazı, öğütücüler, aeropress, syphon, v60, Chemex, eksik yok, tam teşekkül... Önder aynı zamanda ressam ve bundan gelen estetik algılayışını araç-tasarım uyumunda ve diğer tüm detaylarda görmek mümkün. Etkinlik, festival ve şenlikler dışında yakında sabit bir alanda da görebileceğimiz Ozo Coffee On The Road, demlediği her kahvenin posası için bir ağaç dikiyor ve bunu müşterileriyle çalışma grupları oluşturarak tecrübe ettiriyor. Bu şekilde şimdiye kadar yüzlerce ağaç dikilmiş...
Hazırlıklı olun espresso ve filtre kahvesiyle, ve kim bilir belki de Nitro’suyla - her yerden Ozo çıkabilir...
Ve tabii ki çok şey öğrendik...
Ve tabii ki çok şey öğrendik...
Daha yavaş olmamız gerektiğini... Tutkunun, sevgiyle asıl değerini kazandığını çünkü gerçek sevginin sadece kahveyi değil herşeyi kucakladığını... ‘Kaçırılan fırsat’ diye bir şeyin olmadığını... Kahvenin sadece sohbet değil bir çok şey için en güzel bahanelerden biri olduğunu... İnsan doğasını... Özgürlüğü ve Matrix devam serilerinin ne anlatmak istediğini...
Öğrendik ve öğrenmeye devam ediyoruz...
Sağol CoffeeNutz!
Profesyonel tadımcılar, tadım yapacakları mekanda, dışarıdan gelecek ışık, ses ve kokuya yani gürültüye kapalı bir ortama ihtiyaç duyarlar. Bunun en önemli sebebi aslında tadımın sadece nöro-kimyasal bir süreç olmamasından kaynaklanır...
Profesyonel tadımcılar, tadım yapacakları mekanda, dışarıdan gelecek ışık, ses ve kokuya yani gürültüye kapalı bir ortama ihtiyaç duyarlar. Bunun en önemli sebebi aslında tadımın sadece nöro-kimyasal bir süreç olmamasından kaynaklanır.
Tat ve tadımın büyük bölümünü oluşturan koku alma sürecinde örneğin ışığın loş ve neon olmasının ardında bardaktaki kahve görüntüsüne / rengine dayalı karar verilmemesi yatıyor çünkü daha koyu kavrulmuş olduğunu gördüğümüz bir kahve için ‘acı’ tanımlaması yapma eğilimimiz olabilir ama yine bu örnekten gidersek başka bir şey de var: Bardağın beyaz olması ve içindeki kahve ile oluşturduğu kontrast da bize belki kırmızı bir bardak ile içeceğimiz kahveden daha ‘acı’ algılaması yaratabilir. Tıpkı çok gürültü çıkaran bir patates cipsinin daha az gürültü çıkarandan daha lezzetli olduğunu düşünmemiz gibi...
Oxford’tan Charles Spence araştırmış, kickinghorsecoffee yazmış...
Buyrun:
‘Yeniyetmelik kızgınlığı parasını çıkardı, ama şimdi sıkıldım ve yaşlandım’. Cobain bu şarkının gerisini ‘fütursuzca esinlenme’ düsturunda yazmışsa da bu ilk satırları hepimizin kaosa sonsuz sürüklenişini anlatan dizelerden birine benziyor...
‘Yeniyetmelik kızgınlığı parasını çıkardı, ama şimdi sıkıldım ve yaşlandım’. Cobain bu şarkının gerisini ‘fütursuzca esinlenme’ düsturunda yazmışsa da bu ilk satırları hepimizin kaosa sonsuz sürüklenişini anlatan dizelerden birine benziyor.
Aslında mizantropik gibi görünen başlık da Kurt Cobain ve bulunduğu anı değerlendirince daha iyi anlaşılıyor: Senden daha fazla ‘o çok satan bunalım eserlerden’ yapmanı istiyorlar, seni tamamen kendi tercihleri ve kendi yaşadıklarına göre yorumluyorlar, diğer taraftan sende de eğer üzerinden atmazsan altında kalacağın bir ‘kendini ifade etme’ yükü var ve aslında onlar gibi ‘ifade etmeme’ lüksün yok çünkü piyasadasın yani dolaşımdasın yani hizmet etmek zorundasın! Peki kime - bu ayrı bir inceleme elbette…
94 Nisanında, ‘ya ne gerek vardı, bir ada satın alıp takılsaydın, boşverseydin’ diyenlerimiz olmuştu ama iş o kadar kolay değildi tabii ki; madem ki sen sürüden ayrılıp cevaplarım var demiştin, artık hep sendeydi gözler. Eğer ‘bakmayın ben yaptığım kadarıyla da varım’ desen ‘olmaz filmin devamını istiyoruz’ diye yapışırlardı yakana…
Yeniyetmelik kızgınlığı, tepkisi ya da bilmem kaç varoluşsal dürtü gücündeki duygu yoğunluğu işine yaradı Cobain’in… Ama ulaşmak istediği, göstermek istediği bu muydu bizlere, ya da yalnız hissetmemek ve tabii ki beğenilmek için mi yapmıştı sadece bütün bunları… Galiba gerçeğe ulaşmak için gerçek olamayacak kadar ‘zor’ bir yol seçmişti ve tabii ki bütün dünya ile bunu paylaşması da ancak durumu daha da zorlaştırdı… Çünkü ‘yolda bir-şey-ler vardı’…
Alan Adler aerodinamik bilgisini uzun yıllar yat tasarımcılığı ile pekiştirdikten sonra AeroBie adındaki bir freesbee tasarımı ile kendi markasını duyurmuş...
Alan Adler aerodinamik bilgisini uzun yıllar yat tasarımcılığı ile pekiştirdikten sonra AeroBie adındaki bir freesbee tasarımı ile kendi markasını duyurmuş. Daha sonra da bu aerodinamiğe ilişkin bilgilerimi neden daha hızlı filtre kahve yapan bir cihaz için kullanmayayım demiş ve şampiyonların cihazı AeroPress doğmuş. Cihazın kazandığı ünden kendi bile biraz şaşkınlıkla bahsediyor ama bize kazandırdığı esneklik ve yaratıcılığımızı sergileyebilme alanı AeroPress’i haklı bir yere taşıyor.
6:30 dakikalık videoyu şu bağlantıdan seyredebilirsiniz: https://vimeo.com/137090060
To Blend or Not To Blend...
Biz ikincisini seçenlerdeniz ama bunun tek doğru olduğu iddiası yerine olasılıklar ve nedenler üzerinde biraz duralım istedik...
To Blend or Not To Blend...
Biz ikincisini seçenlerdeniz ama bunun tek doğru olduğu iddiası yerine olasılıklar ve nedenler üzerinde biraz duralım istedik...
Bir bardak kahvedeki kalitenin gerisinde çok fazla parametre var ve motivasyonumuz bunlardan tamamını mutlaka karşılıyor olmak yerine farkındalığımızı güncel tutmak ve mümkün olduğunca iyileştirmeye gitmek. Yeşil çekirdek kalitesi, çuvaldaki kusur oranı, bize gelene kadarki saklama koşulları, hasat tarihi yani çekirdeğin tazeliği bunlardan en önemli olanları...
Eğer bu parametrelerde sıkıntılarınız yüksek seviyedeyse ve de durum iyileşecek gibi görünmüyorsa ya da müşteri kitleniz; belli türde özellikleri spesifik şekilde vurguluyorsa (yüksek gövde ve meyve tatları olsun ama asidite düşük, kokusu yoğun ve fiyatı da uygun olsun) ve çekirdeğin geldiği yer, rakımı vb. künye bilgilerinden ziyade kahveyi herhangi bir ‘içecek’ gibi yorumluyorsa harmana sıcak bakabilirsiniz...
Yine harmanı eğer ‘idealist’ bir şekilde ele alıp tüm olması gerekenleriyle koku, tat, asidite, denge unsurlarını zirvede yakalama gibi bir yolda ilerlerseniz yukarıdaki harmanlama nedenlerine aykırı düşmüş olabilirsiniz, örneğin maliyet avantajını bu şekilde sağlayamayabilirsiniz ya da müşteriniz beklentisine ters düşebilirsiniz. Bu da aslında harmanlamanın sadece bir tadım konusu olarak ele alınmaması gerektiğini gösteriyor.
Single origin kavurma da; profillenen kahvenin geldiği yörenin özellikleri neyi gerektiriyorsa ona odaklanılabilmesi, çekirdeği daha iyi tanıyabilme fırsatı, tarladan baristaya hatta müşteriye kadar daha iyinin nasıl olabileceğini düşünme fırsatı veren bir motivasyon kaynağı olması sebebiyle tercih edilebilir.
Ayrıca harmanlamanın tüketici tarafında da yapılabileceğini ekleyelim;)
Tercih sizin.
Fotoğraf: royalcoffee.com
Kahve, dünyanın en fazla ticareti yapılan ürünü ve hakkında bildiğimiz şeyler aslında oldukça kısıtlı. Bunları göz önünde bulundurunca şimdiye kadar niye robustadan vazgeçilemediğini ve belki de vazgeçilmemesi gerektiğini anlayabiliriz...
Kahve, dünyanın en fazla ticareti yapılan ürünü ve hakkında bildiğimiz şeyler aslında oldukça kısıtlı. Bunları göz önünde bulundurunca şimdiye kadar niye robustadan vazgeçilemediğini ve belki de vazgeçilmemesi gerektiğini anlayabiliriz...
Arabica tipi çekirdeklere göre ciddi bir tat farkı olan robusta ya da coffee canephora ilaç sektörü dışındaki kullanımını arabica’ya kıyasla tazeliğini uzun süre koruyabilmesi ve önemli maliyet avantajı ile sağlıyor. Tat profili arabica’ya göre oldukça olumsuz özellikler içerse de aslında maliyet avantajı kısmından feragat edilir ve özen gösterilirse arabica’dan bile daha fazla karakter elde edilebileceğini savunan çalışmalar var (Gabe Shoet: Fairness and E-Quality).
Yine SCAE kardeş kuruluşu CQI (Coffee Quality Institute) geçtiğimiz dönemde tamamen robusta hakkında açtığı R-Grade programı ile robusta kalitesinin artırılmasına yönelik önemli bir adım atmış oluyor.
Tabii olayın sadece kalite boyutuna bakmak da yeterli olmayacaktır, aslında onyıllardır robusta karşısında yücelttiğimiz arabica için gösterilen özen robusta’ya da gösterildiğinde karşılaşılacak sonuçlar bizi tatmin ederse bir tür ‘yanlış anlama’ ve ‘yanlış yönlendirme’ yaptığımızı da kabul etmemiz gerekecek. Öyle ya, aslında ‘kalitesiz’ olan sadece süreçlermiş demek zorunda kalacağız... Kahve hakkında konuşurken çok iddialı ve kesin olunmaması gerektiğine bir daha şahit olacağız utançla başımızı öne eğerken... (Evet bu son kısım biraz abartılmış olabilir)
Paketlerdeki yasal bölümün bile değişmesi gerekebilir böyle bir durumda. “%100 Arabica Kahve Çekirdeği içerir” demek yerine “%100 Nitelikli Kahve Çekirdeği” yazılabilir. Aslında keşke şimdiden böyle yazabilsek ama bunun tespiti / denetimi nasıl yapılacak o zaman? Ya da böyle bir ihtiyaç olacak mı acaba? Biz görür müyüz peki?
Bu da belki başka bir yazıya...
Fotoğraf: Cafe Imports
"Has Coffee In San Francisco Reached Oversaturation?" Sprudge, San Fransisco için sormuş, sonra da cevaplamış...
]]>"Has Coffee In San Francisco Reached Oversaturation?" Sprudge, San Fransisco için sormuş, sonra da cevaplamış...
“Kahve dükkanları bu hızla açılmaya devam ederse San Fransisco kahve sahnesinde ciddi bir kalite ve orijinallik düşüşü yaşanabilir ve bu da her köşede şubesi olan bir zincir ya da ‘nitelikli kahveci zinciri’ gibi bir yapılaşmaya sebep olabilir.”
San Fransisco, nitelikli kahvecilik akımına liderlik etmiş ve etmeye devam eden bir çok tanıdık kahvecinin de merkezi aslında. Blue Bottle ve Four Barrel Türkiye’de de meraklısının bildiği kahvecilerden ve şehir bu yönüyle San Fransisco, İstanbul (ve sıradaki uzantılarıyla Ankara ve İzmir) ile kıyaslanamazmış gibi dursa da başlık bu olduğunda önce bir düşünmek istedik. Çünkü yurtdışındaki tecrübelerimiz bize hep Türkiye’deki kahve canlılığının dünyadaki örneklerle boy ölçüşebilecek düzeyde olduğunu gösteriyor... Gerçi bizim için pre-specialty dönemi Starbucks’tan ibaret olsa da özellikle son 2 yıldır yaşananlar, yakında geleceklerin haberini veriyor gibi...
Kadıköy-Moda kahvecilerini müşteri olarak, bazı mekanlara kahve sağlayan tedarikçisi olarak ve yine mekanı olan diğer arkadaşlarımız ile gözlemlediğimizde müşterinin kahveye merakının henüz yeşerme aşamasında olduğunu ama çok yüksek düzeyde olmadığını fark ediyoruz. Bu beklenenin üstünde talebin kaynağı genelde “ortam yapmak”, “sosyal prestij”, “sosyalleşmek” gibi duruyor. Bunlarda bir yanlışlık yok tabiiki ve bizim de bir şekilde katkımızın olması mutluluk verici fakat acaba buradaki bazı mekanlar fast-food prensiplerinden yürüyerek işi “görsel” düzeyde tutarken, “azınlık” gibi görünen diğerleri “meze” olduklarını hissediyor olabilir mi? Bu ikinci grup girişimcilerin ve hatta çalışanlarının “onlar da kazanıyor ama...” çıkarımı ile bekledikleri tatmini sağlayacağını düşünmek resmi eksik görmek olur.
San Fransisco ile benzerlikler aslında çözüm arayışımızı da aynı sonuçlandırmışa benziyor çünkü bizim müşteriye iletmek istediğimiz hep aynı oldu: İyi kahveyi tercih edin, dengeler yerini bulacak... Chapel Hill Coffee Company’den Vizcanio’da şöyle demiş: “Money is voting—so stop buying shitty coffee.” - Amin:)
Yine de ne olur ne olmaz, boğayı çok kızdırmayalım bizce:)
The Back Beat magazininden Lauren Cook bir Vietnam gezisi ile tecrübelerini bir yabancı gözüyle ama iyi bir gözlemci olarak aktarmış...
]]>The Back Beat magazininden Lauren Cook bir Vietnam gezisi ile tecrübelerini bir yabancı gözüyle ama iyi bir gözlemci olarak aktarmış... Çok tekniğe girilmeden, bir kahve uzmanı bakışı olmadan ele alınmış bir çalışma ama zaten Vietnam’a giden arkadaşlarımızın anlattıkları, getirdikleri kahve çekirdekleri, Vietnamlı kahvecilerin festivallerde açtıkları standlarda gördüklerimiz kafamızı yeterince karıştırmıştı... Belli ki burada yaşam şartları ile harmanlanmış (başka nasıl olacaksa...) bazı adetlerin ve seçeneklerin sonucunda ortaya çıkmış bir kahve var... Kendine özel demlemesi olan, kendine has çekirdeği ve kavrulma şekli olan bir kahve...
Eleştirmek bize düşmez, okuyoruz...
'Vietnam'da, kahve kültürü diğer herşey gibi derin ve zengin. Art Deco işlemelerle süslü eski tuğla kaldırım ve eski koloni dükkanlarında yaşlı bir adam sabah akşam küçük taburesinde etrafı seyrediyor. Küçük buzlu-kahvelerinden yudumluyorlar, kendi deyimleriyle cafe sua da.'
Japonya’dan Tetsu Kasuya, 2016 World Brewer’s Cup Şampiyonluğu’nu getiren sunumunda...
]]>Japonya’dan Tetsu Kasuya, 2016 World Brewer’s Cup Şampiyonluğu’nu getiren sunumunda bizim aslında eğitimlerde sıkça başvurduğumuz bir yönteme başvurmuş: Drip ya da espresso olarak demlenen kahvenin ilk, devam eden ve son damlalarını farklı bardaklara aldığımızda elde ettiğiniz tatlar hem sertlik hem tat değerleri açısından farklı oluyor. Bununla işe başlayan Kasuya çıkardığı 5 bardağı sonra farklı bileşimlerle juriye sunmuş… İşe yaramış görünüyor:)))
Kahve ile amatör veya profesyonel olarak uğraşan ve çevreye duyarlı olması gerektiğinin bilincinde hepimizin pas geçemeyeceği bir konu: Kahve posalarının değerlendirilmesi...
]]>Kahve ile amatör veya profesyonel olarak uğraşan ve çevreye duyarlı olması gerektiğinin bilincinde hepimizin pas geçemeyeceği bir konu: Kahve posalarının değerlendirilmesi. Bunun için yaptığımız araştırmalar kahve posalarının en iyi gübre sağlayan hayvanlardan olan solucanlara besin olarak verilebileceği sonucuna götürmüştü bizi...
Türkiye’de yeterli solucandan gübre işleyen tesis olmadığı için belediyeler de posa ihtiyacı olmadığını belirtmişlerdi bize fakat biz yine de her hafta torbalarca posa toplayan bir merkezle uzun süre çalıştık...
Bu arayış Almanya’daki Kaffeeform tarafından şık bir şekilde sonuçlandırılmış. Kaffeeform’un her 6 bardak espressodan çıkan posa ile 1 Adet bardak üretebilmiş... Tebrik ediyoruz...
Sevgili Kahvesever,
Kahve öğütülüğünde parçacıkların maruz kaldığı alanın değişmesi ve birbirine eşitliklerini önemsiyoruz...
Sevgili Kahvesever,
Kahve öğütülüğünde parçacıkların maruz kaldığı alanın değişmesi ve birbirine eşitliklerini önemsiyoruz. Uman ve Dashwood* bunun yanında farklı origin kahvelerin ve öğütme esnasındaki çekirdek sıcaklıklarının da etkisini araştırmış.
Kahvenin tadını etkileyen en önemli unsurlar kullanılan kahvenin geldiği yer, nasıl kavrulduğu, suyun sıcaklığı, kalitesi ve tabii ki öğütme işlemi...
Öğütmenin önemini hepimiz biliyoruz hatta ev için kullanılan cihazların sayısında ve harcanan bütçede ciddi bir artış var, bu sevindirici çünkü kavurucular olarak kahvemizin evde de doğru süreçlerden geçtiğine emin olmak istiyoruz.
Bir öğütücüden beklediğimiz en önemli şey de öğütülen parçacıkların birbirine eşit büyüklükte olması. Yine büyüklüklerinin demleme yöntemine (drip, espresso vb.) ve şekline (suyun sıcaklığı ve demleme süresi) göre ayarlanması gerektiği ve ortaya güzel bir reçete çıkarılmasının önemini hep vurguluyoruz.
Erol Uman ve Maxwell Colonna-Dashwood en düşük ‘retention time’ değeri yani kahveyi haznesinde tutma süresi olan Mahlkönig EK43 kullanarak yürüttüğü çalışmasında parçacıkların suya maruz kaldığı toplam alan ve parçacık dağılımın yanısıra kullanılan çekirdeğin yöresi ve haznedeki çekirdeğin öğütülürken maruz kaldığı sıcaklığın öğütme üzerindeki etkilerini incelemiş.
Çalışmada eksikler var, farklı yoğunluktaki çekirdeklerin değerlendirilmesi yerine sadece yörenin dikkate alınması veya tadımsal testlere hiç yer verilmemesi gibi. Ya da yine parçacık yüzey şekillerinin sonuca etkisinin ölçüm ve tat testleri ile desteklenerek verilmesi sevindirici olurdu... Ama her zaman merak ettiğimiz bazı soruların cevabına bizi yaklaştırması sebebiyle önemli ve faydalı bulduk.
Gelelim bulgulara: Farklı yöre kahvelerinin öğütülmesinde farklı parçacık dağılımı sorusu için Guatemala, El Salvador, Tanzania ve Ethiopia kahveleri test edildiği araştırmada önemli bir farka rastlanmıyor. Sıcaklığın etkisi için ise ‘balanced’ değerlere sahip oluduğu düşünülen ‘Guatemala’ kahvesi ile deneyler yapılıyor ve evet burada önemli bir bulgu ile karlılaşılıyor...
Sıvı nitrojen de kullanılarak 4 farklı sıcaklıkta yapılan testlerde öğütme esnasında çekirdeğin sıcaklığı ne kadar düşük olursa parçacıkların o kadar küçük ve eşit öğütülebileceği ortaya çıkıyor.
Bu sonuçlar (özellikle eşit parçacıkla ilgili olan) extraction (özütleme) performansının da artışı olarak yorumlanabilir ve daha fazla kullanıldıkça daha fazla ayar değişikliği gerektiren sistemlerin de iyileştirilmesine imkan verebilir...
* Uman, E. et al. The effect of bean origin and temperature on grinding roasted coffee. Sci. Rep. 6, 24483; doi: 10.1038/srep24483 (2016)
http://www.nature.com/articles/srep24483#methods
Son yazımdan bu yana 10 ay geçmiş ve bu sürede özellikle İstanbul olmak üzere Türkiye'de bir 'kahve devrimi' başlangıcına şahit oluyoruz desek abartı olmaz sanırım...
]]>Merhabalar!
Son yazımdan bu yana 10 ay geçmiş ve bu sürede özellikle İstanbul olmak üzere Türkiye'de bir 'kahve devrimi' başlangıcına şahit oluyoruz desek abartı olmaz sanırım. Yeni ekol ya da nam-ı diğer 3. Dalga Kahvecilik tarzında açılan bir çok kafe var. Yetkinlik, finans gücü ve yenilikçilik / yaratıcılık anlamında her seviyede örnekleri görebildiğimiz bu dönem aslında bir uyanış gibi görünüyor. 25 Aralık 2014'te ilk kez düzenlenecek İstanbul Kahve Festivali ve benzeri organizasyonların da bu uyanışta önemli payı olacak. Artık yeni bir tür 'kahve' anlayışından ana akım medyada da bahsedilmesi (bazı yanlış referanslara rağmen) sevindirici çünkü eskiden yeniye geçişin ve farkındalık yaratılmasının önemli aşamaları bunlar...
Peki bu arada biz neler yaptık?
Aslında çekirdek çeşitliliğimiz konunun önemi itibarı ile ilk bahsedilmesi gerekenlerden. İlk başlarda 'yeterli' kalitedeki çekirdeğin yoğun arge ve özen ile kavurma aşamasında piyasa kalitesinin oldukça üstüne çıkacağını bildiğimizden buna yoğunlaşmamıştık. Sonraları çeşit artırma yolunda bazı çekirdeklerden çıkıp daha performanslı çekirdeklere yöneldik ve siteyi takip edenler bazen yeni ürünlerin eklendiğini / çıkarıldığını farketmişlerdir. Belli bir hasat tükendiğinde ne yazık ki bazı ürünlere 'Tükendi' ibaresi koyuyoruz ya da önümüzdeki hasat çok ileride veya o tarlayla bir daha çalışılmayacak ise ürünü listeden çıkarıyoruz ama bu son kullanıcı için her zaman bir avantaj. Burada iş biraz çekirdekleri seçen kavurucuya yani bize düşüyor, önümüzdeki döneme dair aldığımız örnekler (sample) ümit vaadetmiyorsa o ürüne devam etmemek kararını vermemiz gerekiyor ve bu konuda müşterilerimizden de sürekli geribildirim aldığımızı belirtmeliyim... Bu çeşitlilik sürekli daha iyiye doğru devam edecek ve bir yandan stabilite sağladığımız bazı çekirdeklerde de her zaman devam etmeye niyetliyiz, bu özellikle toptan kanalda yani kafe ve işyerlerine tedariğini yaptığımız ürünlerde de olmazsa olmaz bir seçenek olarak duracak.
Yine geçtiğimiz döneme ilişkin bir yenilik ev kavurucuları için yeşil çekirdek satışına başlamamız oldu. Aslında başından beri eğitim veya yönlendirme anlamında desteklediğimiz ev kavuruculuğunu siteden satışını yaptığımız kavurma cihazının yanısıra hammadde tedariği ile de beslemeliydik, bu da oldu... (bknz. Yeşil Çekirdek Sayfası)
Bu arada internetten satışını yaptığımız Cold Drip'lerin şişelerini nasıl kırmadan müşteriye ulaştırırız çabasından doğan harika bir gelişmeden de söz edeyim. Ahşap Kasalarımız! Başta zaruriyetten doğan bu yeni ambalaj, sonradan doğada çözünebilir olduğu düşüncesiyle yeşil çekirdekler ve taze kavrulmuş kahvemizi saklayan harika bir kutu haline geldi. Aklınıza bu maliyet kalemiyle nasıl başa çıktığımız sorusu gelmiş olabilir (çok kişi soruyor) evet internet ürünlerinde bu sebeple bir miktar fiyat artışına gittik ama bilen bilir bu kalitedeki ahşabın maliyeti kahveden fazla olacağı için bizim çözümümüz kutuları üretmekten yana oldu! Kesimleri yapan ustamıza ne kadar teşekkür etsek az ama tüm parçaların birleştirilmesi, kapağın yapımı, ahşabın zımparalanması ve kaşelerin basımı tamamen CoffeeNutz'a ait! Ahşabın içindeki tüm tek-yön valfli özel kahve poşetleri de buna göre yenilendi ve yine kaşelenmesi tarafımızdan yapılıyor. Gerçi bunu yer yer ziyaretçilerimize de yaptırdığımız oluyor ama...:) (bknz. CoffeeNutz Üretim Günleri - 1)
Bu gelişmelerden son derece gurur duyduğumu belirterek kapanış paragrafıma geçeyim. Üretim tarafında duruyor olmak ve bir üretici olarak her zaman daha fazla kaynağa inmek niyetindeyiz. Bu kapsamda kullandığımız ana kalemlerde daha fazla yetkinlik kazanmak da girişimimizin en önemli değerlerinden.Son paragraf dedim ama katılacağımız iki fuardan bahsetmemek olmazdı:) Birincisi 27-29 Kasım 2014 Harbiye Kongre Merkezinde düzenlenecek olan 'Sirha' Gıda Fuarı. Burada oluşturulan 'kahve sokağı' özellikle toptan kanalda hitap etmek istediğimiz kitle ile güzel bir buluşma yaratacak. İkincisi bu yazıda bahsettiğim ve Karaköy Rum Okulunda 25-28 Aralık 2014 tarihlerinde gerçekleştirilecek olan 'İstanbul Kahve Festivali'. Burada da tüm amatör ve pro kahveseverler ile buluşacak olmak şimdiden heyecan verici. Herkesi mutlaka bekleriz, girişte sağa bakmayı unutmayın;)
Sevgiler,
Ömer Aydın
]]>
Son 2 Ay hızlı geçti. Sitemizden sanal POS ile satışlar başladı...
]]>Son 2 Ay hızlı geçti. Sitemizden sanal POS ile satışlar başladı, bonvagon internet portalinde CoffeeNutz olarak özel bölümümüz var ve en önemlisi Burak CoffeeNutz ailesine katıldı (evet benim aksime facebook'ta aktif olan arkadaş:)). Bu dönemde Soğuk Demleme Kahvemizin lezzetini önemli ölçüde artırdık ve ürün gamını sadece çekirdeklerin yöresi değil demleme yöntemine göre de ayırmaya karar verdik. Şimdi 'damlatma' ve 'bekletme' yöntemleri ayrı ayrı şişeleniyor ve emek yoğun 'damlatma' yönteminde de büyük siparişleri karşılamanın yollarını bulmuş durumdayız. Bütün bunlarda etrafta olabildiğince kahveden çatlağa ihtiyaç oluyor ve çatlak müşterilerimizin yanısıra Burak yorumlarıyla önemli katkılarda bulundu, bu CoffeeNutz için büyük bir artı...
Bu arada kahve üzerine kazanımlarımızın neredeyse tamamını anlatmamı 'sır vermek' olarak yorumlayanlar hala çoğunlukta... Galiba bunun sebebi benim bu işi teknikten ziyade bir sanat / zanaat olarak görüyor olmam. Bir zaman makinasıyla 1950'lere gitseniz ve Elvis Presley'in tüm şarkılarını söylemeye ve hareketlerini taklit etmeye çalışsanız bildiğimiz Elvis Presley kadar başarılı olur muydunuz? Bence neredeyse imkansız ama bu size tatmin sağlar mıydı o da ayrı bir konu...
Yine de kabul etmek gerekir ki 'kahve' dünyadaki en büyük zirai meta ve bundan fazlası olduğunu düşünenlerin çok çalışması gerekiyor.
Biz de öyle yapıyoruz...
]]>CoffeeNutz®, Kozyatağı CoffeeNutz LAB'den sonra artık online!
3rd Wave, Specialty, Gurme Kahve ya da hangi ismi uygun görürseniz; biz kahvenin çok özel bir değer olduğunu düşünüyoruz. CoffeeNutz bunu paylaşmak için kuruldu. Paylaşmak ve daha fazla kahve ile / kahvenin içinde yaşamaya devam etmek için.
]]>CoffeeNutz®, Kozyatağı CoffeeNutz LAB'den sonra artık online!
3rd Wave, Specialty, Gurme Kahve ya da hangi ismi uygun görürseniz; biz kahvenin çok özel bir değer olduğunu düşünüyoruz. CoffeeNutz bunu paylaşmak için kuruldu. Paylaşmak ve daha fazla kahve ile / kahvenin içinde yaşamaya devam etmek için.
'Kahve' hepimizin hayatında ve yakınında, onu beğeniyoruz, beğenmiyoruz, fikir yürütüyoruz ama bir o kadar da yabancıyız. Kavrulmuş kahve çekirdeği; şarap veya benzeri herhangi bir komplike gıda ürününden çok daha karmaşıktır ve kahve üretimindeki her bir sürecin, dalından toplanmasından bardağa gelene kadar, çıktıya çok önemli etkisi vardır. Biz CoffeeNutz® olarak bu zincirdeki belki de en önemli etkenin kahvenin kavrulma süreci olduğunu düşünüyor ve bilgi, birikim ve araştırmalarımızın en önemli kısmını burada sürdürüyoruz. İnanıyoruz ki gerçekten 'en iyi' bardak daha içilmedi, demlenmedi, kavrulmadı, belki daha tohumu ekilmedi bile... Ama zamanın bir noktasında bir yerde bizi bekliyor ve biz onu bulacağız!
]]>